Take a fresh look at your lifestyle.

Müküslü Hamza’nın Yazdığı Tarihçe-i Hayat

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi (r.a)

Müküslü Hamza

Bediüzzaman Said Nursî’nin Tercüme-i Halinden Bir Hülasâdır

        Bediüzzaman 1293 tarihinde, Bitlis vilayeti Hizan Kazası İsparit Nahiyesine tâbi’ NURS karyesinde tevellüd etmiştir. Pederi Mirza nâmında bir zattır. Dokuz sene hayat-ı tufuliyetini âşiyâne-i pederde imrar ettikten sonra, tahsile başlar.

Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı

Müellifi

Müküslü Hamza

Bediüzzaman Said Nursî’nin Tercüme-i Halinden Bir Hülasâdır

        Bediüzzaman 1293 tarihinde, Bitlis vilayeti Hizan Kazası İsparit Nahiyesine tâbi’ NURS karyesinde tevellüd etmiştir. Pederi Mirza nâmında bir zattır. Dokuz sene hayat-ı tufuliyetini âşiyâne-i pederde imrar ettikten sonra, tahsile başlar. Büyük kardeşi Molla Abdullah nezdinde üç sene kadar Kürdistanda câri olan usul dairesinde emsali gibi Nahv ve Sarfın mebadisini “hallü’l-meâkid” kadar mutavassıt bir derecede, yani İstanbul usulünce “izhar”ı tahsil ettikten sonra biraderinden ayrılır.

        Kürdistanda talebe-i ulûm istedikleri zaman, diledikleri hocanın nezdine gidip arzu ettikleri kitabı tederrüs ederler. Yâni talebe hocanın arzusuna tabi’ olmayıp, bilakis hoca talebenin reyine tabi’dir. Bediüzzaman da bu usüle tabi’ olarak Siirt’e azimet eyledi.

        Siirt’te Molla Fethullah Medresesinde iki ay tahsil ile meşgul olduktan sonra Siirt’i terkle Müküs’te bulunan Medrese-i Emir-il Hasan Velinin müderrisi olan Molla Abdulkerim Efendinin nezdine giderek o zattan iki ay kadar ahz-ı feyiz ettikten sonra, Vestan’a (Gevaş) azimet eyledi. Vastan’da tahsil ile meşgul olmayıp, yalnız iki ay kadar tebdil-i hava için ikametten sonra Bayezıd’e tevcih-i hareket eyledi. İşte hakiki tahsilinin başlangıcı bu tarihten itibar olunur.

        Bayezidde Şeyh Muhammed-i Celâlî (R.H.) nezdinde üç ay kadar tahsil etmiştir. Fakat bu tahsil, gayet garib görünüyor. Çünkü üç ay zarfında Kürdistan usulüyle Molla Cami’den ikmal-i nüsah etti. Yani her kitaptan bir veya iki ders en nihayet on ders kadar tederrüs, mütebakisini terk eyledi. Hocası Şeyh Muhammed-i Celâlî Hazretleri bu halden hoşlanmayarak itirazında bulunmuş ise de; Bediüzzaman cevabında: Hocam ! “Bu kadar kitabı, bu kadar ulûmu okuyup anlamak iktidarına mâlik değilim. Yalnız bu kitaplar neden bahsettiklerini anlayayım da, sonra tab’ıma muvafık olanlara çalışacağım.” dedi. Fakat maksad-ı aslî medrese usülünde bir teceddüd bir garabet göstermek… Ve bunca havaşiyi ve şuruhla izaa-i vakit etmemekti.

        O suretle üç ayda yirmi senelik usülce tahsil edilen kitapları okuyup ikmal-i nüsah ettikten sonra, hocasının:

        “Nasıl ve hangi ilim hoşuna gitti?” sualine cevaben : “Bu ilimleri birbirinden tefrik edemiyorum. Ya hepsini bilirim. Veyahud hiçbirisini bilmem,” dedi.

        O zaman her eline aldığı kitabı anlar ve mütemadiyen mütalaa ile vaktini geçirirdi. O derece ilme dalmıştı ki; hayat-ı zahiriye ile hiç alakadar görünmezdi. Sorulan her ilmi suale derhal ve bilâtereddüd cevap verirdi.

        Fakat bizzat kendisi de bu anlayışın hakikatına ve sair ulemânın anlayışına muvafık olup olmadığı hakkında şüpheye düşerek Kürd ulemasından mümtaz simalarla mülâkat  ve şüphesini izale ile teberrüken bir iki ders tederrüs etmeğe karar verdi. Hocasından me’zuniyet alarak Bitlis’e müteveccihen hareket eyledi. Fakat yolda caddeleri takip etmezdi. Dağlarda bayırlarda geze dolaşa üç ay sonra Bitlis’e vasıl oldu.

        Omuzunda bir pösteki derviş seyyah kıyafetinde Şeyh Emin Efendinin tekyesine gidip iki gün dersinde bulundu. Şeyh  Emin Efendi Bediüzzaman’a kisve-i ilmiye giydirmek teklifinde bulundu ise de, Bediüzzaman ; o vakit sinn-i büluğa vasıl olmamış olduğundan kendisine muhterem bir müderris kıyafetini yakıştırmadı.

        Çünkü Kürdistan’da kisve-i ilmiye müderrise mahsustur. Talebe sarığı saramaz. Ben bir çocuğum nasıl hoca olurum, diye Şeyh Emin Efendi’nin teklifini reddetti. Sekiz dokuz ay evvel Şirvan’ da terkettiği büyük kardeşinin nezdine gitti.

        Kardeşi Molla Abdullah, Bediüzzaman’a hitaben: “Said ben Şerh-i Şemsiyeyi okudum. İkmal ettim sen ne okudun?”

        Bediüzzaman : “Seksen kitabı okudum.”

        Molla Abdullah : “Ne demek?”

        Bediüzzaman : “İkmâl-i nüsah ettim: Ve sıranızda dahil olmayan bir çok kitapları da okudum.”

        Molla Abdullah : “Öyle ise seni imtihan ederim.”

        Bediüzzaman : ” Hazırım. Her ne sorarsan sor.”

        Molla Abdullah Bediüzzaman’ı imtihan ederek kifayet-i ilmiyesini bittakdir, sekiz dokuz ay evvel talebesi bulunan Said Efendiyi şimdi kendisine üstad kabul eyledi. Bir iki ay kardeşiyle beraber Şirvan’ da ikamet, ba’dehu Siirt’e gitti. Orada dört defa teberrüken Molla Fethullah’ın dersini dinledi. Arasıra Molla Fethullah ile mübahesede bulunarak, müşarünileyhi hayretlere müsteğrak eylerdi. Molla Fethullah, bu genç talebesinin ilim ve fazlına dair pek çok defa medih ve sıtayişte bulundu. Siirt uleması bir yerde içtima’ ederek Molla Said’i imtihan ve verdiği cevaplardan pek ziyade ibraz-ı sitayiş ve takdirat ettiler.

        İkinci derecede bulunan bazı hocalar, sâika-i rekabetle hazmedemeyerek beynlerinde bir münazaa zuhûr etti. Ahali nazarında Bediüzzaman bir veli derecesinde mevki’ ve hürmet sahibi bulunduğu cihetle ahalinin bir kısmı yardım ederek muhalifini mağlub ettiyse de canı sıkılarak Siirt’i terk ile, tekrar Bitlis’e gitti.

        Bu esnada ondört onbeş yaşında bulunuyordu. İlim, fazl ve cesaret ile o havalide şöhreti yayıldı. Hatta “Meşhur Molla Said” lakabıyla talkib olundu.

        Bitlis’te Şeyh Emin Efendi ve sair ulema ile muaraza ve mücadele-i ilmiyede bulunup cümlesini teslimiyete icvar eyledi.

        Ulema arasında mevkiini muhafaza için her fenne dair bir iki metin hıfz etmek mecburiyetinde kaldı. Bilhassa Din-i İslâm’a varid şükuk ve şübehatı reddetmek için  المطالع والمواقف     ulüm-u âliye ve a’liyeye dair kırka kadar mütûnu iki sene zarfında hıfzetti.

        Bitlis’te bir çok ulemâ bulunup Van’da öyle ma’ruf bir âlim bulunmadığından Van’a gitti. Orada ikamet ve onbeş sene tedris ve aşâir içinde irşad ve seyahetle imrar-ı hayat eyledi. Van’da bulunduğu esnada Vali ve me’murin-i saire ile ihtilat ederek, ilm-i kelâmın eski tarzı bu asrın şükuk ve şübehatının reddine kâfi olmadığından ve fünun-u cedidenin tahsilini elzem gördüğünden tarih, coğrafya, riyaziyat, tabî’iyyât, mevalid, felsefe fenlerini az bir zaman zarfında elde etti. Şu fünunun bir hocadan tahsil ettiğini zann olunmasın. Kendi mütealası sayesinde hakkıyla anlamıştır.

        Hatta bir gün bir coğrafya muallimiyle, fenn-i mezküre oldukça bir vukufu müstelzim olan bir mübahesede bulunur. Mübaheseyi diğer bir geceye ta’lik ile, yirmidört saat zarfında pek mufassal olmayan bir coğrafya kitabını hıfzeder. Ferdası gün Tahir Paşa’nın konağında muallim efendiyi coğrafyada ilzam eder.

        Demek  ki, yirmidört saat zarfında bir sultanî muallimi derecesinde coğrafyayı elde etmiştir. Aynı böyle bir muaraza neticesinde beş gün zarfında kimya-i gayr-i uzviyi anlayıp kimya muallimiyle muarazaya  girişmiştir. Bunca garabet gösterdiğinden dolayı Bediüzzaman lakabıyla telkib olundu.

        Bediüzzaman Said-i Kürdî kendine has bir usul-u tedrisi îcad ederek o usul dairesinde tedriste bulundu. Şöyle ki: Ulum-u diniye ile fünunu asriyeyi mezc, hakâik-i diniyeyi fünun-u müsbete ile te’yid ve teşyid etmek suretiyle talebenin tenvir-i ezhânına sarf-ı himmet eyledi.

        Bütün himmetini ilim ve irfan, bilhassa Kürdistan’da neşr-i maarif hakkında sarfediyordu. Hatta Van, Bitlis ve Diyarbakır vilayetlerinde dâr-ül fünun şeklinde üç dört medresenin küşadı için İstanbu’a geldi. Her ne kadar çalıştı ise de, maattessüf tevkifhane ile timarheneden başka bir neticeye destres olamadı.

        Tekrar Van’a avdet ederek milli bir medrese küşad ve tedrise devamla eski fikrine dair say ederdi. Bu def’a bidayeten tali’ rûy-i  muvafakat gösterir gibi oldu.

        Câmi-ül Ezhere şebih El Medreset-üz Zehra namında Van’da bir medresenin küşadına irade-i seniyye zuhûr ettiyse de, temelinden başka bir şey yapılmayarak harb-i umumi zuhûr etti.

        Eskidenberi nezdinde bulunan talebeleri kesesinden iaşe eylemekle beraber sırf hasbeten lillah tedris ederdi. Talebeleri de hakiki bir fedakâr olarak yetiştirirdi.

        Bunca mûarazât ve mücadelât-ı ilmiyede hiçbir zaman sail vaziyetini ihtiyar etmemiş, daima mucib mevkiini ihraz eylemiştir. Bu vaziyet ne derece iktidara vâbeste olduğu izahdan vârestedir.

        Fakat bir nokta arz etmek isterim ki, o da Bediüzzaman’ın uluvv-u menzilet ve fazilet-i ahlâkıyesini mübeyyindir. Şöyle ki: Muarız bulunan zatı mahcub etmemek için sual sormaktan içtinab etmiştir.

        Kendi mahcubiyetini nazar-ı itibara alıb muarızını mahcubiyetten vikayeye çalışan bir zata tarih sayfalarında da nâdiren tesadüf olunur derecededir.

        Hatta İstanbul’da bile herkesin sualine cevap vermeğe hazır bulunduğuna dair i’lan etti. Onunla muaraza eden zevata hiçbir sual irad etmediğini müddeama bir bürhan-ı kat’i teşkil eder zannındayım.

        Bitlis’te Şeyh Emin Efendi ile vukubulan mücadeleden ahali beyninde bir tefrika ve münazaa hasıl oldu. Hükümet işe müdahele ederek Bediüzzamanı oradan nefyetti.

        Bir müddet sonra menfasında firar ederek Siirt’te tabi’ Tillo kasabasında Hassa Künbeti denilen türbeye kapandı. Orada Kamus-u Okyanus’u Bab-ı Sin’ e kadar hıfzeyledi.

        Bir gün ne fikre mebni Kamusu hıfzeylediğini sordum. Kamus herbir kelime kaç mânâya geldiğini yazıyor, ben de Kamus’un aksine olarak herbir mânâya kaç kelime müsta’mel olduğuna dair bir Kamusu yazmak merakına düştüm, bu heves üzerine hıfz eyledim. Fakat sonra Mısır’da bir cemiyet tarafından böyle bir eser vücûda geldiğini haber aldım. Sa’yim heba oldu, cevabında bulundu.

        Kendi kendime düşündüm, teessüfle dedim ki; rehbersizlikten neler zayi’ olup gidiyor. Öyle bir zeka böyle bir heves uğrunda sarf edilirmi? !

        Oradan çıkıp Cezire’ye gitti. Cezire Hocaları bidayet-i emirde muarazaya kalkıştılarsa da, bilâhere kendilerine hoca kabul ederek nezdinde ders okumaya başladılar.

        Her iki ay bir yerde vakit geçirmeye alışan Bediüzzaman Cezire’den Mardin’e şedd-i rihal eyledi.

        Mardin‘de siyasetle uğraştığından istibdadın müsaadesizliğinden eli ve ayağı bağlı bir surette Bitlis’e nefy edildi.

        O seferde garib bir vak’a vardır inşaallah mufassalan yazılacaktır. O zamana kadar Bediüzzaman’ın malümatı hep sünuhat kabilinden olduğu cihetle, uzun uzadıya sa’y ve mütalaaya lüzum görmezdi. Fakat o zamanda sin-i büluğa vâsıl olduğundan mı? Yahud siyasete karışmasından mı? Her ne sebepten ise eski sünûhat yavaş yavaş kaybolmaya başladı.

        Son zamanda Bitlis’te vaki’ olan harb esnasında bir gûna garaibden olarak üç kurşuna hedef olur. Birisi kalbinin hizasına isabet eder, tütün tabakasıyla ağızlığı parçalar durur. Diğeri sol tarafında hançerin sapını delerek durur. Üçüncüsü omuzunda hafif bir yara açar.

        Nihayet Bitlis’in hin-i sükûtunda ayağı kırılmış ve omuzu mecruh bir halde, iki gün mahsuriyetten sonra Ruslara esir düştü. İki sene üç ay esaretten sonra tahlis-i giribâna muvaffak olarak bugün elhamdülillah Dâr-ûl Hikmet-ül İslâmiye azalığında vazife-i diniye ve ilmiye ile meşgul bulunuyor.

        Hocamın tercüme-i hâline ait o havalide gerek ahali-i ulemâdan telakki ve gerek bizzat müşahede ettiğim ahval ve vukuatı muhtasaran enzar-i kari’ine arz eyliyorum.

        Her hususta mübalağadan son derecede tevakkî ve hatta tarafgirlik tühmetine maruz olmaktan ihtirazen bir çok malûmatı ihmal ettiğime kari’în emin olabilirler.

        Pek çok garaibi mutazammın tercüme-i hâlin tafsilini ayrı bir risale şeklinde neşretmek niyetindeyim.

Müşar-ün ileyhin talebesinden ve Medresetül Vâizin mezunlarından

Hamza

(Eşşehid Rahmetüllahi aleyhi rahmeten vasiaten –Bediüzzaman–)

“`

ÂSÂRI

        Türkçe: 1- Muhâkemat-ı Bedüzzaman Namında tefsire mukaddeme olarak yazılmış bir eseri giranbahadır.

        Arapça: 2- Reçetül ülema, 3- Reçetül Avâm: Hakkıyla sitayişe şayan iki eserdir.

        4- Ta’likat: Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkıyeyi tatbikata takrib eder.

        5- Rumuzat: Mantıkta i’mâl-i zihin için güzel bir eserdir.

        6- İşârât-ül İ’câz Fi Mezân-il İcâz: Namında bir tefsir-i şerif şimdiye kadar o menhecde te’lif olunmuş bir tefsir mevcud değil… Ve hatta diyebilirim ki, mahsul-u karihasından başka, evkaf malını derc etmemiştir. Kelâm-ı Kadîm nazımca mu’ciz, mefhumca hak ve hakikat olarak fünun-u müsbeteye tamamen muvafık ve rahnumâ olduğunu isbat eder. Hazreti Üstad bu tefsiri te’lif etmeden evvel halka-i tedrisinde bulunuyordum. Kelâm-ı Kadimi eline alıp Kürtçe takrir ederdi. Hiç kitaba veya tefsire bakmazdı. Arkadaşlarımızdan Molla Habib nâmında bir efendi Kürtçe nota tutardı. Çok devam etmeden Harb-i Umumi başladı Bediüzzaman Said Efendi muharebe esnasında Cebhe-i Harbde me’haz olarak yalnız o notlara malik olduğu halde, elyevm Evkaf matbaasında tab’ıyla iştiğal ettiğimiz o kitabı te’lif etmiştir.

–Hamza–

 ASAR-I BEDİİYYE 691

Yoruma kapalı.