Take a fresh look at your lifestyle.

Çocuk Derlemesi 2

Çocuk Derlemesi 2

Çocukların Yağmursuzluktan ve Yağmur Duasından Bütün Ni’metlerin Allah’ın Verdiğini Anlamaları:

        “Bana hizmet eden küçücük bir Risale-i Nur talebesinin çoklar namına sorduğu sualine cevabdır.

        Sual: Üstadım, yağmur duası ve namazın neticesi görünmedi, faidesiz kaldı; iki-üç defa bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden?

        Elcevab:Yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil. Nasılki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duasının vaktidir. İbadet ve duanın sebebi ve neticesi, emir ve rıza-i İlahîdir; faidesi, uhrevîdir.Eğer namazdan, ibadetten dünyevî maksadlar niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz battal olur. Meselâ: Akşam namazı güneşin batmaması için ve husuf namazı ayın açılması için kılınmaz. Öyle de: Bu nevi ibadet, yağmuru getirmek için kılınsa, yanlış olur. Yağmuru vermek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir.[1][8] Biz vazifemizi yaptık, onun vazifesine karışmayız. Gerçi yağmur namazının zahir neticesi yağmurun gelmesidir, fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayinini veren, babası, hanesi, dükkânı değil; belki onun tayinini ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir zât, onu besliyor, rızkını veriyor. Hattâ en küçücük bir çocuk da -daima aç olduğu vakit vâlidesine yalvarmağa alışmışken- o yağmur duasında küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki:Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocukları, hem vâlidelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının faidesi olmaz. Öyle ise ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.”

(Emirdağ Lahikası I 32 p1)

Risale-i Nur’un Birinci Dereceden Talebeleri Masum Çocuklar Olup Onların Esas Terbiye Metodu:

        “Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır. Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir.Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer.[1][9] Bilhassa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edipçabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur.Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?

        İşte bu hakikata binaen en bahtiyar çocuklar onlardır ki;Risale-i Nur dairesine girip dünyada peder ve vâlidesinehürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’maline vefatlarından sonra hasenatı yazdırmakla ve âhirette onlara derecesine göre şefaat etmekle bahtiyar evlâd olurlar.”

(Emirdağ Lahikası I 41 p3)

Çocukların Kur’ana ve Nur’a Çalışmaları

        “Çoban İsa Köyü’nde Ahmed’in mektubunda isimleri bulunan eski ve yeni kardeşlerimizin Risale-i Nur’a çalışmaları ve çocukları da Kur’ana ve Nurlara çalıştırmaları, bu vakitte Nurlara büyük bir hizmettir. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn!”

(Emirdağ Lahikası I 148 p3)[1][10]

Çocuklara Kur’an Okutmak

        “Sen evlâdlarınla beraber Fuad, her gün dualarımda ve manevî yanımda bulunuyorsunuz. Ve senin şimdi vazife-i resmiye cihetiyle çocuklara Kur’an-ı Azîmüşşan’ı okutmanı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum. Bin bârekâllah derim.”

(Emirdağ Lahikası I 176 p3)

        “Nur’un küçük kahramanlarından Mustafa Sungur ve Rahmi’nin güzel mektublarında, onların köylerinde Ahmed Fuad’ın ciddî gayretiyle ders vermesi ve Eflani Nahiyesinin, Barla Nahiyesi gibi bir medrese-i Nuriye hükmüne girdiğini ve ora ahalisi iştiyakla Nurları dinlemesi ve yeniden iki genç muallim daha eski yazı ile Nurlara girmesi ve çocukların huruf-u Kur’aniyeyi öğrenmeye başlaması ile Risale-i Nurları da yazmağa girmeleri, büyük bir fâl-i hayırdır. Cenab-ı Hak o masumları muvaffak etsin ve onların üstadları ve peder ve vâlidelerinden razı olsun. Onlar, duada masumlar dairesine girdiler. Başta Ahmed Fuad, Mustafa ve Rahmi olarak, Eflani Nahiyesini tebrik ediyoruz.”

(Emirdağ Lahikası I 226 p2)

Çocukların Hz. Üstada Alâka Duymalarının Hikmeti:

        “Bir mikdardır hiç görmediğim bir tarzda pek şiddetli bir alâka ile, çoktan görmedikleri peder, vâlidelerine hararetli bir iştiyak ile ellerine sarılmaları gibi, iki yaşından on yaşına kadar masum çocuklar, faytonla gezdiğim vakit beni görünce, aynen öyle uzaktan koşup benim ellerime sarıldıklarının ne hikmeti var diye hayret ediyordum. Birden ihtar edildi ki: Bu küçücük masumlar taifesi, bir hiss-i kabl-el vuku’ ile ileride Risale-i Nur ile saadeti bulacaklarını ve tehlike-i manevîden kurtulacaklarını, belki de içinde çokları şakird olacaklarını ve buranın maddî-manevî havasına imtizaç edemediğim için menfîlere verilen serbestiyet münasebetiyle buradan gitmemekliğim için lâkayd olan büyüklerin bedeline, “Bizler Nur dairesindeyiz, bizi bırakma, gitme” gibi bir mana var, hissettim.”

(Emirdağ Lahikası I 252 p son)

Cennnet Çocukları:

        “…Çocuk ta’ziyesine dair risalede يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ye dair sualinde bir kısım eski tefsirler demişler: “Cennet’te çocuktan gayet ihtiyara kadar herkes otuzüç yaşında olacak.” Bunun hakikatı Allahu a’lem şu olacak ki: Sarih âyet وِلْدَانٌ tabiri ifade eder ki, feraiz-i şer’iyeyi yapmağa mecbur olmayan ve mesnuniyet cihetiyle de yapmayan ve kabl-el büluğ vefat eden çocuklarCennet’e lâyık ve sevimli çocuk olarak kalacaklar. Fakat şer’an yedi yaşına gelen çocuğa namaz gibi farzlarapeder ve vâlideleri onları alıştırmak için, teşvikkârane emretmek ve on yaşına girse şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var. Demek vâcib olmadığı halde, nafile nev’inden yedi yaşından hadd-i büluğa kadar büyükler gibi namaz kılıp, oruç tutan çocuklar, mütedeyyin büyükler gibi büyük mükâfatı görmek için otuzüç yaşında olacaklar diye bir kısım tefsir bu noktayı izah etmeden umum çocuklara teşmil etmişler. Has iken âmm zannedilmiş.”

(Emirdağ Lahikası II 66 p3)

Çocukların Üstad’a Alâka Duymalarının Hikmeti:

EMİRDAĞI’NIN MANİDAR BİR HATIRASI

        “Beş seneden beri teneffüs için Emirdağı’nın etrafında faytonla gezdiğim zaman garib bir tarzda, bir yaşından yedi yaşına kadar küçücük çocuklarvâlide ve pederlerine karşı gösterdikleri alâkadan ziyade bir iştiyakla faytonuma koşup elime sarılıyorlardı. Hattâ bir-iki defa fayton altına düşüp hârika bir tarzda zarar görmeden kurtuldular.

        Hattâ hiç beni görmeyen, bilmeyen bir ve iki, üç yaşında çocuklar yalın ayak dikenler içinde koşa koşa faytona yetişiyorlar.Büyük adamlar gibi temenna edip elinizi öpelim derlerdi. Bu hale hem ben, hem kardeşlerim ve görenler hayret ediyorduk. Bu hal bir mahalleye mahsus değil, her tarafta hattâ köylerinde aynı hal devam ediyordu.

        Beni aldatmayan bir hatıra-i hakikat ile benim ve arkadaşlarımın kanaatimiz geldi ki, bu masum taifenin masumiyetleri cihetiyle, sevk-i fıtrî denilen bir hiss-i kabl-el vuku’ ile, Risale-i Nur’un bu memlekette masum çocuklara ve kendilerine çok menfaati olacak diye, akıl ve fikirleri derketmediği halde, o masumane his ile Risale-i Nur’un manası itibariyle tercümanına,annesine yalvarmasından ziyade bir iştiyak ile koşuyorlardı.

        Biz de bir hiss-i kabl-el vuku’ ile hissediyoruz ki, ileride bu küçük masum mahluklarda büyük Nurcular çıkacak. Ve ileride Nur’un has şakirdleri olacak ki, bu vaziyeti gösteriyorlar.

        Ben de bu nevi küçücük masumları, evlâdım olmadığından evlâd-ı maneviye olarak dualarıma umumen dâhil ettim.Her sabah bunları da Nur talebeleri ile beraber dualarımda yâd ediyorum.

        Hem onlardan bir yaşındaki masumu,kırk yaşındaki lâkayd bir adamatercih etmeye sebeb, bunlar günahsız ve samimî bir alâka göstermesinden elbette onları sevk eden bir hakikat var. Ben de o cihetten onları büyüklere temenna ettiğimgibi,onların temennalarına ciddî mukabele ediyorum.

        Hem masumiyetleri, hem ileride tam Nurcu olmalarına binaen, dualarını kendi hakkımda makbul olacak diye onlara derdim: “Madem siz benim evlâd-ı maneviyem oldunuz. Ben de size dua ediyorum. Siz de günahınız olmadığı için, duanız benim hakkımda inşâallah makbuldür. Siz de bana dua ediniz. Çünki ziyade hastayım.” derdim. Ben ve benim yanımdaki kardeşlerimin kuvvetli bir ihtimal ile kanaatımız geliyor ki, masonlar ve zındıkların plânı ile bolşevizm tarzındagençleri terbiye etmek için bir vakit bazı mektebler açıldığı ve sonra değişen bu mekteblerle gençleri ifsada çalıştıklarına mukabil, İslâmiyetin kahraman bayrakdarı olan Türk milletinin masum küçük yavruları,nuranî bir intibah ve bir hiss-i kabl-el vuku’ ile Nurlardan ders almaları gençlerin başına gelen o belaya karşı bir mukabeledir ki, inşâallah o yavruların hem kendileri, hem gençlermason ve zındıkların şerlerinden kurtulmasına bir işarettir ki, bu acib vaziyeti gösteriyorlar.

Said Nursî”

(Emirdağ Lahikası II 102 p2)

        Dünyada evlâdlarım olmadığındangayet zevkli olan çocuklara şefkat meziyetinden mahrumiyetime bedel, bir-iki çocukşefkatine bedel yüzbinlerle masumları ki, ileride Risale-i Nur’la beslenmeleri cihetiyle, bu hususî, cüz’î üç şefkatkârane vaziyeti yüzbinlere çevirdi. Buna dair çok emareleri var. Hattâ bana hizmet edenler biliyorlar ki, peder ve vâlidesinden çok ziyade bir şefkat, bir hürmet, bir bağlılık masum çocukların bana karşı Bolvadin’de ve Emirdağı’ndaki ekser yollarda göstermeleri, bu cüz’î, şahsî, hususî zevki, lezzeti, şefkatkârane hürmeti binler küllî ve umumî bir surete çevirdiğine çok misalleri var. Mübarek bir kısım zîruhlarda hiss-i kabl-el vuku’ olduğu gibi, masum çocukların bir hiss-i kabl-el vuku’ ile Risale-i Nur’un onlara dünyevî, uhrevî bir babalıkla terbiye ve muhafaza etmesiniruhları hissetmiş ki,Nur’un hizmetkârına babalarından ve vâlidelerinden daha şiddetli bir hürmet gösteriyorlar. Hattâ benim hiç görmediğim, tanımadığım üç yaşındaki bir kız çocuğu yalın ayak dikenlere basarak, koşarak geldi. Hattâ pekçok dostlarım Bolvadin’de bulunduğu için otomobil ile çok hızlı gittiğimiz halde kurtulamıyoruz. Hattâ her yerde hiç beni işitip görmedikleri halde, peder ve vâlidesine gösterdikleri alâkayı göstermeleri benim hakkımda; nefsim, hevesim cismanî cihetinde dahi imanda bir Cennet çekirdeği var olduğunu gördüm.

Said Nursî”

(Emirdağ Lahikası II 212 p son)

Hz. Üstad’ın Çocuklarla Sohbeti:

        “Üstadın mâsum çocuklarla sohbet ve muhaveresi ise; çok ibretli ve saadetlidir. Emirdağı ve civarı köylerinde, yanına gelen mâsumlara, büyükler gibi ehemmiyet verip, kalben onlara müteveccih olurdu. “Evlâtlarım! Siz mâsumsunuz, daha günahınız yoktur. Ben çok hastayım, bana dua ediniz, sizin duanız makbuldür. Ben sizi mânevî evlâtlarım ve talebelerim olarak duama dahil ettim” derdi. O çocuklar, gözlerinden akan muhabbet nurlariyle üstadı selâmlarlar; Üstad, gafîl büyüklerden ziyade, onlara samimî ve ciddî selâm ederdi. Ve “Bunlar istikbalin Nur talebeleridir. Bana olan bu alâka ve teveccühlerinin sebebi ise: Mâsum ruhları hissediyor ki;Risale-i Nur, onların imdadına gelmiş. Ben de o Nurun bir tercümanı olmam hasebiyle, gayr-ı ihtiyarî bu fedakârane muhabbet ve alâkayı gösteriyorlar” derdi.”

(Tarihçe-i Hayat 465 p2)

Cemiyetin Tesiri Kanunu Sebebiyle Gayr-ı Müslim çocuklara İslam Dairesinde Dokunulamaz:

        وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى yâni “Birisinin hatâsiyle, başkası veya akrabası hatâkâr olmaz; cezaya müstehak olmaz.” olan düstur-u irade-i İlâhiye’ye karşı, bu zamanda اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاًsırriyle şedit bir zulüm ile mukabele eder. Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hatâsiyle değil yalnız akrabasına, belki taraftarlarına dahi adâvet eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamın hatâsiyle bir köye bomba atar. Halbuki bir mâsumun hakkı, yüz câni için feda edilmez; onların yüzünden ona zulmedilmez. Şimdiki vaziyet, yüz mâsumu birkaç câni için zararlara sokar. Meselâ: Hatâlı bir adama müteallık,bîçâre ihtiyar vâlide ve pederi ve mâsum çoluk çocukları ezmek, perişan etmek, tarafgirane adâvet etmek, şefkatin esasına zıttır.Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle mâsumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir. Cihad-ı dînide olsa, kâfirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onları kendi mülküne dahil edebilir. Fakat İslâm dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez; hukukuna müdahale edilmez. Çünki o mâsumlar, İslâmiyet râbıtasiyle dinsiz pederine değil, belki İslâmiyet’le ve cemaat-i İslâmiye ile bağlıdır.Fakat, kâfirin çocukları, gerçi ehl-i necattırlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbi ve alâkadar olmasından, cihad darbesinde o mâsumlar memlûk ve esir olabilirler.”

(Tarihçe-i Hayat 477 p1)

Çocuklar İman Şuuruyla İnsanca Yaşayabilirler:

        “Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar,yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümid bulup mesrurane yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet’in bir kuşu oldu.Cennet’te gezer, bizden daha güzel yaşar.”Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri,o zaîf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraberruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak,ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.”

(Şualar 182 p3)[1][11]

Bu Bozuk Zamanda Çocukların Onda Bir-İkisi Müstakim Olur:

        Kadınlığın fıtratında çocuk okşamak ve sevmek meyelanı var. Ve bir evlâdının dünyada ona hizmeti ve âhirette de şefaati ve vâlidesi öldükten sonra ona hasenatı ile yardımı, o meyl-i fıtrîyi kuvvetlendirip evlendirmeye sevketmiş. Halbuki şimdi terbiye-i İslâmiye yerine giren terbiye-i medeniye ile on taneden bir-iki hakikî evlâd, kendi vâlidesinin şefkatine mukabil fedakârane hizmet ve dindarane dualarıyla ve hasenatlarıyla vâlidesinin defter-i a’maline haseneler yazdırmak ve âhirette sâlih ise vâlidesine şefaat etmek ihtimaline mukabil, ondan sekizi o haleti göstermediğinden; bu fıtrî meyl ve nefsanî şevk ile o bîçare zaîfeler böyle ağır bir hayata kat’î mecbur olmadan girmemek gerektir.”

(Hanımlar Rehberi 20 p son)

        Eğer hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede yardımcı bir hanım bulsa alır. Hizmetine zarar vermez. Lillahilhamd bu neviden çok Nur talebeleri var, zevceleri onlardan geri kalmıyorlar. Belki kadınlardaki şefkatten gelen ücretsiz fıtrî kahramanlık ve hakikî ihlas cihetiyle zevcinden daha ileri gidebilir. Nur talebelerinin yetişmiş kısımlarından ekserisi evlenmişler, bu sünneti yerine getirmişlerdir. Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin.Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak”Ne için imanımı kurtarmadınız?” diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.”

(Hanımlar Rehberi 29 p1)[1][12]

Çoluk Çocuk İnsanı Dünya ile Bağlar:

        Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-ı bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık, müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu.”

(Lemalar 225 p3)

Evlada Meşru Muhabbetin Şekli:

        Evlâdlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerim’in hediyeleri olduğu içinkemal-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakk’a aittir.Ve o muhabbet ise, Cenab-ı Hakk’ın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise:Vefatlarında sabır ile şükürdür, me’yusane feryad etmemektir.”Hâlıkımın benim nezaretime verdiği sevimli bir mahluku idi, bir memlukü idi, şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı,daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlukte bir zahirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlıkına aittir. “El-hükmü Lillah” deyip teslim olmaktır.”

(Sözler 639 p3)

        “Evlâdına muhabbet ise: Cenab-ı Hakk’ın senin nezaretine ve terbiyene emanet ettiği sevimli, ünsiyetli o mahluklara muhabbet ise; saadetli bir muhabbet, bir nimettir. Ne musibetleriyle fazla elem çekersin, ne de ölümleriyle me’yusane feryad edersin. Sâbıkan geçtiği gibi; onların Hâlıkları hem Hakîm, hem Rahîm olduğundan, onlar hakkında o mevt bir saadettir dersin. Senin hakkında da, onları sana veren zâtın rahmetini düşünürsün, firak eleminden kurtulursun.”

(Sözler 644p5)

Onyedinci Mektub

“(Yirmibeşinci Lem’anın zeyli)

(Çocuk Ta’ziyenamesi)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

        Aziz âhiret kardeşim Hâfız Hâlid Efendi!

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ الَّذِينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

        Kardeşim, çocuğun vefatı beni müteessir etti. Fakat اَلْحُكْمُ لِلَّهِ kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiarıdır. Cenab-ı Hak sizlere sabr-ı cemil versin. Merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefaatçı yapsın. Size ve sizin gibi müttaki mü’minlere büyük bir müjde ve hakikî bir teselli gösterecek “Beş Nokta”yı beyan ederiz:

        Birinci Nokta: Kur’an-ı Hakîm’de وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ sırrı ve meali şudur ki: Mü’minlerin kabl-el büluğ vefat eden evlâdları,Cennet’te ebedî, sevimli, Cennet’e lâyık bir surette daimî çocuk kalacaklarını.. ve Cennet’e giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını.. ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını.. ve herbir lezzetli şey’in Cennet’te bulunduğunu.. “Cennet tenasül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığı”nı diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını.. hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel safi, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerime وِلْدَانٌمُخَلَّدُونَcümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.

        İkinci Nokta: Bir zaman bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O bîçare mahbus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatını temin edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki: “Şu çocuk çendan senin evlâdındır, fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim.” O adam ağlar, sızlar; “Benim medar-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğim” der. Ona arkadaşları der ki: “Senin teessüratın manasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan,çocuk şu mülevves, ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şübheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünki padişahın merhametini celbe sebeb olur, sana şefaatçı hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki, padişaha emniyetin ve itaatın varsa…”

        İşte şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü’minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli: Şu veled masumdur, onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerim’dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennet-ül Firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu!Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi? Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum. Çünki dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlâd muhabbeti temin edecekti. Eğer sâlih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî Cennet’te on milyon sene bana evlâd muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçı hükmüne geçer. Elbette ve elbette meşkuk, muaccel bir menfaatı kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaatı kazanan; elîm teessürat göstermez; me’yusane feryad etmez.

        Üçüncü Nokta:Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm’in mahluku, memlukü, abdi ve bütün heyetiyle onun masnu’u ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki; muvakkaten ebeveyninin nezaretine verilmiş.Peder ve vâlideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden dokuzyüz doksandokuz hisse sahibi olan O Hâlık-ı Rahîm,mukteza-yı rahmet ve hikmet olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse; surî bir hisse ile, hakikî bin hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me’yusane hüzün ve feryad etmek ehl-i imana yakışmaz,belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıyor.

        Dördüncü Nokta: Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı; elîmane teessürat ve me’yusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de biz de oraya gideceğiz.Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennet’te görüşülecektir. اَلْحُكْمُ لِلَّهِ ödemeli.. O verdi, O aldı. “Elhamdülillahi alâküllihal” sabır ile şükretmeli.

        Beşinci Nokta: Rahmet-i İlahiyenin en latif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat; bir iksir-i nuranîdir.Aşktan çok keskindir.Çabuk Cenab-ı Hakk’a vusule vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkilâtla aşk-ı hakikîye inkılab eder, Cenab-ı Hakk’ı bulur. Öyle de şefkat -fakat müşkilâtsız- daha kısa, daha safi bir tarzda kalbi Cenab-ı Hakk’a rabteder. Gerek peder ve gerek vâlide, veledini bütün dünya gibi severler.Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakikî ehl-i iman ise;dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakikî’yi bulur. Der ki: “Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe…” Veledi nereye gitmişse oraya karşı bir alâka peyda eder, büyük manevî bir hal kazanır.

        Ehl-i gaflet ve dalalet, şu beş hakikattaki saadet ve müjdeden mahrumdurlar.Onların hali ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki: Bir ihtiyar hanım gayet sevdiği sevimli tek bir çocuğunu sekeratta görüp, dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce gaflet veya dalalet neticesinde; mevti, adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp gaflet veya dalalet cihetiyle, Erhamürrâhimîn’in Cennet-i rahmetini, Firdevs-i nimetini düşünmediğinden, ne kadar me’yusane bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin. Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü’mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîmi,onu bu fâni dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek.Hem sana şefaatçı, hem ebedî bir evlâd yapacak. Müfarakat muvakkattır, merak etme;

اَلْحُكْمُ لِلَّه * اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

        de, sabret.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî”

(Mektubat 77-80)

 

ص

 

 

Yoruma kapalı.