Hüsnü Zan, Adem-i İtimad Meselesi

Hüsnü Zan, Adem-i İtimad Meselesi

        Hüsn-ü zann kelime manası olarak “güzel düşünce” anlamına gelirken; ıstılahî manada, bir kişinin iyi niyetli olduğunu veya vukua gelen bir hadisenin güzel sonuçlar getireceğini düşünmeyi ifade eder.

        Adem-i itimad ise, itimad etmemek, tam güvenmemek gibi manaların yanında bu hizmet-i Kur’aniyede ihtiyat ve teyakkuzu ifade eder.

        Bediüzzaman Hazretleri Mesnevi-i Nuriye’de şöyle der;

        Evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir.

Mesnevi-i Nuriye 66 p son

        Paragrafından da anlaşılacağı üzere madem insan hüsn-ü zanna memurudur; öyleyse hüsn-ü zan mümkün olduğu müddetçe su-i zan edilmemelidir. Lakin kişiler hakkında yapılacak bu hüsn-ü zannın su-i istimal edilmemesi için adem-i itimad kaidesiyle sürekli müteyakkız olunmalıdır.

        Zira Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye‘de bu hususu şöyle ima eder;

        Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar,bürhanatâbi oluyoruz.  Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz.

Hutbe-i Şamiye 27 p2

        Ayrıca hüsn-ü zannın, su-i istimal edilebileceğine nazar-ı dikkati çeken Bediüzzaman Hazretleri, böyle bir duruma düşmemek için delil ve akıbete bakılması gerektiğini Münazarat’ta şöyle anlatır;

        Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.

        S- Neden hüsn-ü zannımıza sû’-i zan edersin? …

        C-şu hüsn-ü zannınızı  kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz.  Delil ve akibete bakınız.

        S- Nasıl anlayacağız? Biz cahiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklid ederiz.

       C- Çendan cahilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil… İşte müştebih ağaçları gösteren, semereleridir.Öyle ise, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız.

Münazarat 14 p2

        Yukarıda ki ifadelerden de anlaşılacağı üzere hüsn-ü zannın, su-i istimal edilmemesi için ihtiyat ve tedbir elden bırakılmamalıdır.  

        Hususen hizmet-i imaniyenin azamet ve ehemmiyeti ve muarızların kuvvet ve şeytaneti nisbetinde ihtiyat ve dikkate mecburiyeti nazara veren Bediüzzaman Hazretleri diyor ki; 

        “…hizmetinizin azameti ve ehemmiyeti ve muarızların kuvveti ve şeytaneti nisbetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz.”

Kastamonu Lâhikası 6 p2

        Ve keza ahlakın bozulduğu, metanet ve sadakatın kaybolduğu şu zamanda, itimad edilecek insanların azaldığı da düşünülürse, ihtiyat ve dikkate ne kadar ihtiyaç duyulduğu bedaheten anlaşılır…  

        “…tahribkârane eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadakat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadakat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.”

Kastamonu Lâhikası 90p son

        Bazı ihtiyatsız ve dikkatsizlerin yüzünden cüz’î zararlar olduğundan, ihtiyat ve dikkat her vakit lâzımdır.

Kastamonu Lâhikası 207 p2

        Bediüzzaman Hazretleri, ehl-i takva ve ehl-i ilme karşı mümkün olduğu kadar dostane vaziyet alınması gerektiğini talebelerine ders verir. Lakin onlardan gelebilecek zararlara mukabil talebelerini her zaman ihtiyata sevk eder. Yani hüsn-ü zanla dostane vaziyet alınmasını ifade ederken, gelebilecek zararlara mukabil -ihtiyattan doğan- adem-i itimadla temkinli olmalarını belirtir. Şöyle ki;

        Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur’un zararına ve şakirdlerinin salâbet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler. Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.

Kastamonu Lâhikası 202 p2

        Zaman içerisinde hukuk-u umumiyeye zarar verecek bir durumun ortaya çıkması halinde; garazsız, sırf hak ve maslahat için, yapılan yanlışın tenkid ve tashihi yine hukuk-u umumiyenin muhafazası adına elzemdir. Bu tenkid ve tashih şeriatça meşrudur ve bazı ehl-i sünnet âlimlerinin, ehl-i bid’a âlimleri tenkid etmeleri buna bir delil olarak gösterilebilir. Hakkı muhafaza namına yapılan bu meşru tenkidlere Risale-i Nur’da da rastlamak mümkündür. Bu tenkidlerden bazıları şöyledir;

        Sâniyen: Bana karşı umumen dost bir şehir ahalisinden bir müftü, sathî bir nazarıyla, vâhî bazı tenkidatı, Onuncu Söz’ün teferruat kısmına etmiş diye Abdülmecid yazıyor. Abdülmecid’in ona verdiği cevablar, iki yer müstesna, mütebâkisi kâfidir. Fakat iki yerde, o da o zâtın sathî sualine, sathî olarak cevab vermiş:

        Birincisi: O zât demiş ki: “Onuncu Söz’ün hakikatları münkirlere karşı değil. Çünki sıfât ve esma-i İlahiyeye bina edilmiş.” Abdülmecid cevabında diyor ki: “Münkirleri hakikatlardan evvelki dört işaretle imana getirmiş, ikrar ettirmiş. Sonra hakikatları dinlettiriyor.” mealinde cevab vermiş.

        Hakikî cevabı şudur ki: Herbir hakikat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcib-ül Vücud’un vücudunu, hem esma ve sıfâtını, sonra haşri onlara bina edip isbat ediyor. En muannid münkirdenen hâlis bir mü’mine kadar herkes her “Hakikat”tan hissesini alabilir. Çünki “Hakikat”larda mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor….

        İşte “Hakikat”lar bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için üç davayı birden isbat ediyorlar. Sathî nazar farkedemiyor. Zâten o mücmel “Hakikat”ların herbirisi, başka risaleler ve Sözler’de kemal-i izahla tafsil edilmiş.

        Abdülmecid’in ikinci nâkıs cevabı şudur ki: O zâtın yanlış sualine mümaşat edip, yanlışını kabul ettiği için, yanlış etmiş

Barla Lâhikası 320 p2

        Mustafa Sabri ile Musa Bekuf’un efkârlarını müvazene etmek için vaktim müsaid değildir. Yalnız bu kadar derim ki: Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor.” Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Musa Bekuf’e nisbeten haklıdır, fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mu’cizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır. Evet Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavaid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor. Ve bazı kelâmları, zahiri dalalet ifade ediyor fakat kendisi dalaletten müberrâdır. Bazan kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış. Kavaid-i Ehl-i Sünnete taassub cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş. Musa Bekuf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümaşatkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış teviller ile tahrif ediyor. Ebu-l Alâ-i Maarrî gibi merdud bir adamı, muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin’in Ehl-i Sünnete muhalefet eden mes’elelerine ziyade tarafdarlığından, ziyade ifrat ediyor.

قَالَ مُحْيِى الدِّينِ : تَحْرُمُ مُطَالَعَةُ كُتُبِنَا عَلَى مَنْ لَيْسَ مِنَّا

        yani: “Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitablarımızı okumasın, zarar görür.” Evet bu zamanda Muhyiddin’in kitabları, hususan vahdet-ül vücuda dair mes’elelerini okumak, zararlıdır.”

Lem’alar 273 p son

        Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları… Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu’ demişler.

Mektubat 94 p son

        Hizmet-i imaniyenin safiyetini muhafaza etmek için bu gibi meşru tenkidler her vakit yapılabilir. Ancak bu gibi tenkidlerin, ehil olan insanlarca garazsız ve sırf hakkın müdaafası namına yapılması gerektiği unutulmamalıdır.

        Nur Talebeleri arasındaki tesanüdü bozmaya çalışan gizli nifak cereyanının,bu talebelerin birbirleri hakkında su-i zan etmelerini temin etmek suretiyle aralarında tenkid kapısını açmaya çalıştıklarını haber veren Bediüzzaman Hazretleri buna mukabil talebelerin dikkat etmeleri gereken hususları şöyle izah eder;

        Kardeşlerim! Sizin zekâvetiniz ve tedbiriniz, benim tesanüdünüz hakkında nasihatıma ihtiyaç bırakmıyor. Fakat bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur şakirdlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında sû’-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini ittiham etsin. Belki filan talebe bize casusluk ediyor, der; tâ bir inşikak düşsün. Dikkat ediniz; gözünüzle görseniz dahi perdeyi yırtmayınız. Fenalığa karşı iyilikle mukabele ediniz. Fakat çok ihtiyat ediniz,sır vermeyiniz. Zâten sırrımız yok, fakat vehhamlar çoktur. Eğer tahakkuk etse, bir talebe onlara hafiyelik ediyor; ıslahına çalışınız, perdeyi yırtmayınız.”

Emirdağ Lâhikası 108 p son

        Buraya kadar zikredilen malumattan anlaşılıyor ki; hüsn-ü zann ve adem-i itimad meselesi külli bir kaide olmayıp, daha çok dini hizmetlerde istihdam olunan insanlar için bir teyakkuz manasını ifade eder. Bu manayı te’ville tahrif edip malum ikaz ve tenbihleri nazara almamak, hüsn-ü zan adı altında ehl-i imanın safdilliğini arttırmakla, müfsidlerin ifsadatını kolaylaştırmak olur. Zira safdil insanları kandırmak daha kolaydır. Konferansta geçen şu paragraf, gizli şer cereyanlarının böyle safdil insanları nasıl kandırdığına nazar-ı dikkati çekmektedir. Şöyle ki;

        İslâmiyet düşmanları,….. safdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek İfrata gidiyorsunuz” gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar. İşte böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı çeşitli iftiralarla bizi korkutmaya, yıldırmaya ve susturmaya çalışıyorlar.

Sözler 768 p4

       Öyleyse müteyakkız olmak için her vakit bu gibi ihtar ve telkinleri nazara almak gerektir.

ص