Take a fresh look at your lifestyle.

Cübbeli Ahmed Hocaya Risale-i Nur’dan Cevaplar 4

3- Risale-i Nur’da gayr-i Müslimlerin de şehit” olabileceği ifadesinin geçtiğini ve bu düşüncenin ehl-i sünnete muhalif olduğu iddiası

 Cevap:

 Mezkür iddiaya ait cevaba geçmeden evvel ehl-i tahkik olmayan insanlar tarafından “acaba Bediüzzaman Hazretleri kafirlerin de ehl-i necat olacağını mı ifade etmiş” gibi bir yanlış kanaate kapılamamaları adına; Risale-i Nurlar’da geçen ve ehl-i küfrün Cehenneme gidip orada ebedi kalacağının anlatıldığı birkaç yeri nazar-ı dikkate arz edeceğiz.

3- Risale-i Nur’da gayr-i Müslimlerin de şehit” olabileceği ifadesinin geçtiğini ve bu düşüncenin ehl-i sünnete muhalif olduğu iddiası

 Cevap:

 Mezkür iddiaya ait cevaba geçmeden evvel ehl-i tahkik olmayan insanlar tarafından “acaba Bediüzzaman Hazretleri kafirlerin de ehl-i necat olacağını mı ifade etmiş” gibi bir yanlış kanaate kapılamamaları adına; Risale-i Nurlar’da geçen ve ehl-i küfrün Cehenneme gidip orada ebedi kalacağının anlatıldığı birkaç yeri nazar-ı dikkate arz edeceğiz.

  

Evet, ehl-i küfrün cehennemi inkar etmesinin, nihayetsiz izzet ve gayret ve celal sahibi olan Cenab-ı Hakk’ı tekzib etmek ve haşa O’na acz isnad etmek manalarına geldiğini söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, Cehennem’in hiç bir sebeb-i vücudu bulunmazsa da; sırf ehl-i küfür için bir Cehennemin halkedilerek o kafirlerin ebedi içine atılacağını şöyle izah eder;

 

…kâfir,Cehennem’i inkâr ile, nihayetsiz izzet ve gayret ve celal sahibi ve gayet büyük ve nihayetsiz kadîr bir zâtı tekzib ve isnad-ı acz ediyor, yalancılıkla ve acz ile ittiham ediyor, izzetine şiddetle dokunuyor, gayretine dehşetli dokunduruyor, celaline âsiyane ilişiyor. Elbette farz-ı muhal olarak, Cehennem’in hiç bir sebeb-i vücudu bulunmazsa da; şu derece tekzib ve isnad-ı aczi tazammun eden küfür için bir Cehennem halkedilecek, o kâfir içine atılacaktır. Sözler 503 p1

 

Bediüzzaman Hazretleri Mektubat adlı eserinde, Kahhar-ı Zülcelal olan Cenab-ı Hakk’ın, umum mevcudatın hakkını kafirlerden almak ve adalet-i hakikiyeyi tecelli ettirmek üzere kafirlerin ebedi cehenneme atılacağını şöyle beyan eder;

 

mevcudatın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın sultanı olan Kahhar-ı Zülcelal’inkâfirleri ebedî cehenneme atması, ayn-ı hak ve adalettir. Çünki nihayetsiz cinayet, nihayetsiz azabı ister. Mektubat 43 p1

 

Kâfir ve münafıkların Cehennem’de yanmaları gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştıramayan insanların bu sarih hakikatleri tevil etmesinin bir zulm-ü azim olduğu Tarihçe-i Hayat’ta şöyle ifade edilir;

 

Kâfir ve münafıklarınCehennem’de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur’anın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Tarihçe-i Hayat 286 p4

 

İşarat-ül İ’caz tefsirinde kâfirlerin meskeninin cehennem olduğuna ve ebedi olarak orada kalacaklarına dair şu ifade geçmektedir;

 

….kâfirin meskeni Cehennem’dirve ebedî olarak orada kalacaktır.  İşarat-ül İ’caz 81 p4

 

Yukarıda arz ettiğimiz paragraflardan da anlaşılacağı üzere Bediüzzaman Hazretlerinin, kâfirleri Cennete göndermek gibi bir çabası ve bu istikamette bir izahı olmamıştır. Bilakis kafirlerin ebedi cehenneme gitme fikrini kendi şefkatlerine sığıştıramayan bir kısım insanları ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri, kafirlerin cehennemde ebedi kalmalarının ayn-ı hak ve adalet olduğunu isbat etmiştir.

 

Ayrıca Çanakkale muharebesinde İngilizlerle aynı safta savaşan “Anzak” askerleriyle alakalı Risale-i Nur külliyatında herhangi bir ibare bulunmamaktadır.

 

Malum olduğu üzere Çanakkale muharebesi I. Harb-i umuminin bir cephesidir. Bediüzzaman Hazretleri de bu cihan harbine gönüllü alay kumandanı olarak talebeleriyle beraber iştirak etmiş ve Kafkas cephesinde Rus ve Ermenilere karşı takdir-i şayan bir mücadele vererek , esir düşmüştür.

 

Esaretten geldikten sonra İstanbul’da hayatı pahasına da olsa “Hütuvat-ı Sitte” adlı eseriyle İngilizlere karşı mücadele vermiş ve onların başpapazlarının sormuş olduğu suallerine şu kahramanca cevabı vermiştir;

 

Bir zaman İngiliz Devleti,İstanbul Boğazı’nın toplarını tahrib ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda; o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesi’nin başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiye’den dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye’nin azası idim. Bana dediler: “Bir cevab ver. Onlar altı suallerine, altı yüz kelime ile cevab istiyorlar.” Ben dedim: “Altıyüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hattâ bir kelime ile değil; belki bir tükürük ile cevab veriyorum! Çünki o devlet, işte görüyorsunuz ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..” demiştim. Tarihçe-i Hayat 138 p4

 

Bediüzzaman Hazretlerinin İngilizler ve taraftarlarına karşı bu kadar açık tavır sergilediği ve çoklar tarafından bu hakikat bilindiği halde, hangi hislerin tesiriyle  bu denli iftiraya varan bir tenkide kalkışıldığı üzerinde ayrıca  durulması gereken bir mevzudur.

 

Bütün ömrünü İslamiyet’e ve Kur’an’a feda eden ve seksen küsür senelik hayatında dünya zevki namına bir şey bilmeyen, tüm masumiyetiyle beraber kendisine onca cefa ve eza verenlere beddua dahi etmeyen bir mazluma atılan bu iftiraların ne derece çirkin olduğunu hem Müslümanların en çok muhtaç oldukları ittihad-ı İslam fikrine ne derece muhalif bulunduğunu bu derlemeyi okuyan din kardeşlerimizin yüksek ferasetlerine havale ediyoruz.

 

Şimdi Bediüzzaman Hazretlerinin mezkür iftiraya sebeb olan mektubuna şöyle bir bakalım. Evvela mezkür mektubtaki hükümlerin zannedildiği gibi olmadığını göstermek maksadıyla en evvel bu mektubu aynen nazarı dikkatinize arz ediyoruz. Mektub Kastamonu Lahikasında geçer ve aynen şöyledir;

 

Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtaredildi ki:

Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk-çocuğaacıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir.Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem’den kurtarır.

Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi’ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumlarıçektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.

Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber; yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrahimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzâr eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir. Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlarve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı dîniyeyi ve mukaddesat-ı semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir. Kastamonu Lahikası 111 p2

 

Evet mektupta anlatılan ve göze çarpan birinci husus, (onbeş yaşında olanlar) hükmüdür ki bunlar dinimizce mükellef sayılmayıp böylelerincennette gideceleri cumhur-u ulemanın ittifakıyla sabittir.

Diğer bir  husus ise; yine dinimizde yeri olan ve ceza görmeme sebebi kabul edilen(fetret) şartlarının tahakkukiyle, öylelerin kurtulma ihtimalinin var olduğudur. Ancak kişinin kendi şartları içinde kısmen de olsa fetretten hissedar olup olmadığının tesbiti oldukça müşkildir. Bu sebeble mektupta (eğer mazlum ve masum ise) kaydı konulmuştur. Yani gaddarların zulmüne uğramış ve öyle gaddarlığı yapmaz ve sevmez ise, o şahsın fıtrat-ı asliyesini henüz tamamen kaybetmediği ve bir mikdarı hala bulunabildiği manasına gelmektedir. İşte mezkür beyan, fıtrat-ı asliyesi derecesinde insaniyet hakikatından hissedar ise, demek manasına gelmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri bir mahkeme müdafaasında aynı meseleyi bir vesile ile şöyle ifade eder:

 

“Dinsizler tarafından öldürülen mazlum ve dindar hristiyanlarâhirzamanda bir nevi şehid olabilir.” Şualar 346 p1  

 

Burada da görüldüğü gibi, öldürenin dinsizlik namına, öleninde hem zulme uğraması hem de dindar olması şartı vardır.

 

GAYR-İ MÜSLİMLERDE DE BAZI GÜZEL HASLETLER BULUNABİLİR 

Keza “herbir müslümanın herbir sıfatı müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez.” Münazarat 32 p1

 

Yani müslümanın i’tikadı eksiksiz ve tam fakat kemalatı ve fiilleri eksik olabiliyor.

 

Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri, dinsiz ve münkir-i Sani’ demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Münazarat 33 p son

 

Mektubatta fetretzamanı hakkında şu izahat verilir:

 

Zaman-ı fetretteوَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاًsırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahîirsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenindinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz. Mektubat 385 p son

 

Evet, malum olduğu üzere dinimizce, bir kişinin teklife tabi tutulması için fıkıhta: İrsal, ıttıla, iktidar, ihtiyar gibi şartlar getirilmiştir. Bu şartlar dahi nazar-ı dikkate alınmalıdır.

 

…Bununla beraber, en mühim bir cihet budur ki: “Adem-i kabul” başkadır, “kabul-ü adem”başkadır. Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyenveya bilmeyen adamlar; Peygamber’i bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar. Mektubat 335 p son

 

Keza Hz. Bediüzzaman risalede “fetret-i mutlaka” tabirini kullanmakla kısmî fetreti hatırlatmaktadır. Ve beyn-el milel sinsi nifak cereyanı dünyadaki ictimaiyatı, yani sosyal hayatı, yani sosyolojik te’siri, emsalsiz derecede müfsid kıldığından, bozduğundan dehşetli bir gaflet ve cehalet ve sefahet milletleri istila etti. Elbette adalet ve hak üzere yürüyen İslâm, mevcud ictimaî durumu nazara alacaktır.

Bir rivayette meâlen buyruluyor ki: “Müslümanlardan bir cemaat dağlar gibi günahlarla mahşere gelir. Allah onları affeder ve günahları yahudilere yükler.” (Ramuz-ul Ehadis, sh. 507 ve Sahih-i Müslim, 49-5l)

Bu rivayet fitne-i Âhirzamana vesile olan münafıkların ifsadatına ve o fesada itilen halkın durumuna işaret olsa gerektir.

Bir de ehemmiyetle nazara alınacak şefaat-ı kübra rivayeti var. Şöyle ki:

Ebu Hüreyre Radıyallahu anhü şöyle demiştir: (Bir kere) “Ya Resulallah, kıyamet gününde senin şefaatin en ziyade kime rayegân (çokça) olacak? ” diye sordum. Buyurdu ki: “Ya Eba Hüreyre, hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre bu hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını (zaten) tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse, kalbinden (yahut içinden) halis olarak LÂ İLÂHE İLLALLAH diyendir. Sahih-i Buhari Muhtasarı, hadis No:85

NETİCE

Fitne-i ahirzaman, rivayetin beyaniyle emsalsizdir. Bu fitne içinde olanlar hakkında, imanî hükümleri bilerek inkâr etmemek şartiyle menfi hüküm vermek müşkildir.

Fakat müsbet hüküm ise; söz sahibi olan dinî şahsiyetler tarafından şer’î kaideler müvacehesinde verilmektedir..

Evet ahirzaman fitnesinin manevi tamirci vazifedarı Bediüzzaman Hazretleri bahsedilen şartlarda zulme uğrayan ve dindar olan bir kısım İsa (as) mensublarının da necat ehli olabileceklerini beyan etmiştir. Bununla beraber ehl-i necat demek ehl-i saadet ve ashab-ı cennet demek manasına gelmediği de ayrıca bilinmelidir.

İşte bütün bu şartları nazara vermeden, bu hükmü bütün Hristiyanlara genellemek yanlıştır ve kasıtlıdır, en azından Bediüzzaman Hazretlerinin ne demek istediğini doğru anlamamaktır.

ص

Yoruma kapalı.