Take a fresh look at your lifestyle.

Külliyatta Ramazan ve Oruç Bölüm 3

Bu risalenin te’lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul Bayezid câmi-i şerifinde hâfızları dinliyordum. Birden şahsını görmedim, fakat manevî bir ses işittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim. Baktım ki, bana der: Sözler 183 p1

BÖLÜM 3:

RAMAZANDA YAZILAN RİSALELER

1-

Onbeşinci Söz’ün Zeyli

[Yirmialtıncı Mektub’un Birinci Mebhası]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Hüccet-ül Kur’an aleş-şeytan ve hizbihi… İblisi ilzam, şeytanı ifham, ehl-i tuğyanı iskat eden “Birinci Mebhas”: Bîtarafane muhakeme içinde şeytanın müdhiş bir desisesini kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemaat’ta yazmıştım. Şöyle ki:

 

Bu risalenin te’lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul Bayezid câmi-i şerifinde hâfızları dinliyordum. Birden şahsını görmedim, fakat manevî bir ses işittim gibi bana geldi. Zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim. Baktım ki, bana der: Sözler 183 p1

2-[Yirmibeş sene evvel Ramazanda ikindiden sonra Şeyh-i Geylanî’nin (K.S.) Esma-i Hüsna manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, esma-i hüsna ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münacat-ı Esmaiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat!. Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münacat, Otuzüçüncü Söz’ün Otuzüçüncü Mektub’u olan Pencereler Risalesine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.]

هُوَ الْبَاقِى

حَكِيمُ الْقَضَايَا نَحْنُ فِى قَبْضِ حُكْمِهِ * هُوَ الْحَكَمُ الْعَدْلُ لَهُ اْلاَرْضُ وَ السَّمَاءُ

عَلِيمُ الْخَفَايَا وَ الْعُيُوبِ فِى مُلْكِهِ * هُوَ الْقَادِرُ الْقَيُّومُ لَهُ الْعَرْشُ وَ الثَّرَاءُ

لَطِيفُ الْمَزَايَا وَ النُّقُوشِ فِى صُنْعِهِ * هُوَ الْفَاطِرُ الْوَدُودُ لَهُ الْحُسْنُ وَ الْبَهَاءُ

جَلِيلُ الْمَرَايَا وَ الشُّوءُنِ فِى خَلْقِهِ * هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ لَهُ الْعِزُّ وَ الْكِبْرِيَاءُ

بَدِيعُ الْبَرَايَا نَحْنُ مِنْ نَقْشِ صُنْعِهِ * هُوَ الدَّائِمُ الْبَاقِى لَهُ الْمُلْكُ وَ الْبَقَاءُ

كَرِيمُ الْعَطَايَا نَحْنُ مِنْ رَكْبِ ضَيْفِهِ * هُوَ الرَّزَّاقُ الْكَافِى لَهُ الْحَمْدُ وَ الثَّنَاءُ

جَمِيلُ الْهَدَايَا نَحْنُ مِنْ نَسْجِ عِلْمِهِ * هُوَ الْخَالِقُ الْوَافِى لَهُ الْجُودُ وَ الْعَطَاءُ

سَمِيعُ الشَّكَايَا وَ الدُّعَاءِ لِخَلْقِهِ * هُوَ الرَّاحِمُ الشَّافِى لَهُ الشُّكْرُ وَ الثَّنَاءُ

غَفُورُ الْخَطَايَا وَ الذُّنُوبِ لِعَبْدِهِ * هُوَ الْغَفَّارُ الرَّحِيمُ لَهُ الْعَفْوُ وَ الرِّضَاءُ

Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:

“Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.” Sözler 221 p1

3-

Onbirinci Şua Olan Meyve Risalesi’nin Onuncu Mes’elesi:

EMİRDAĞI ÇİÇEĞİ

[Kur’anda Olan Tekrarata Gelen İtiraza Karşı Gayet Kuvvetli Bir Cevabdır.]

Aziz Sıddık Kardeşlerim,

Gerçi bu mes’ele, perişan vaziyetimden müşevveş ve letafetsiz olmuş. Fakat o müşevveş ibare altında çok kıymetli bir nevi i’cazı kat’î bildim. Maatteessüf ifadeye muktedir olamadım. Her ne kadar ibaresi sönük olsa da, Kur’ana ait olmak cihetiyle hem ibadet-i tefekküriye, hem kudsî, yüksek, parlak bir cevherin sadefidir. Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın. Hem bunu gayet hasta ve perişan ve gıdasız, bir-iki gün Ramazanda, mecburiyetle gayet mücmel ve kısa ve bir cümlede pek çok hakikatleri ve müteaddid hüccetleri dercederek yazdım. Kusura bakılmasın. (Haşiye)

 

(Haşiye): Denizli hapsinin meyvesine Onuncu Mes’ele olarak Emirdağı’nın ve bu Ramazan-ı Şerifin nurlu bir küçük çiçeğidir. Tekrarat-ı Kur’aniyenin bir hikmetini beyanla, ehl-i dalaletin üfunetli ve zehirli evhamlarını izale eder. Sözler 451 p1

4-

Lemaat

مِنْ بَيْنِ هِلاَلِ الصَّوْمِ وَ هِلاَلِ الْعِيدِ

Çekirdekler Çiçekleri

Risale-i Nur Şakirdlerine Küçük Bir Mesnevî Ve İmanî Bir Divandır.

Müellifi: Bediüzzaman Said Nursî

Sözler 691 p1

Geçen hakikatı tenvir edecek bir seyahat-ı hayaliye suretinde nim-manzum olarak “Lemaat”ta yazdığım bir vakıa-i misaliyenin mealini şurada zikretmeğe münasebet geldi. Şöyle ki:

Bu risalenin te’lifinden sekiz sene evvel İstanbul’da, Ramazan-ı Şerifte, meslek-i felsefe ile münasebette bulunan Eski Said’in Yeni Said’e inkılab edeceği bir hengâmdadır ki, Fatiha-i Şerife’nin âhirinde

صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضَّالِّينَ

ile işaret ettiği üç mesleği düşünürken şöyle bir vakıa-i hayaliye, bir hâdise-i misaliye, rü’yaya benzer bir hâdise gördüm ki:… Sözler 544 p4

Tenbih

 

Bu Lemaat namındaki eserin sair divanlar gibi bir tarzda bir-iki mevzu ile gitmediğinin sebebi: Eski eserlerinden Hakikat Çekirdekleri namındaki kısacık vecizeleri bir derece izah etmek için, hem nesir tarzında yazılmış, hem de sair divanlar gibi hayalata, mizansız hissiyata girilmemiş olmasıdır. Baştan aşağıya mantık ile hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olarak, yanında bulunan biraderzadesi gibi bazı talebelerine bir ders-i ilmîdir, belki bir ders-i imanî ve Kur’anîdir. Üstadımızın baştaki ifadesinde dediği gibi, biz de anlamışızdır ki: Nazma ve şiire hiç meyli ve onlarla iştigali de yoktur. الشِّعْرَ عَلَّمْنَاهُ وَمَاsırrının bir nümunesini gösteriyor.

Bu eser, birçok meşagil ve Dâr-ül Hikmet’teki vazife içinde yirmi gün Ramazanda, günde iki veya ikibuçuk saat çalışmak suretiyle manzum gibi yazılmıştır. Bu kadar kısa zamanda ve manzum bir sahife on sahife kadar müşkil olduğu cihetle, birden dikkatsiz, tashihsiz böyle söylenmiş, tab’edilmiştir. Bizce Risale-i Nur hesabına bir hârikadır. Hiçbir nazımlı divan, bunun gibi tekellüfsüz, nesren okunabilir görülmüyor. İnşâallah bu eser bir zaman Risale-i Nur şakirdlerine bir nevi mesnevî olacak. Hem bu eser, kendisinden on sene sonra çıkan ve yirmiüç senede tamamlanan Risale-i Nur’un mühim eczalarına bir işaret-i gaybiye nev’inden müjdeli bir fihrist hükmündedir.

Risale-i Nur Şakirdlerinden

Sungur, Mehmed Feyzi, Hüsrev

Sözler 692 p1

İHTAR

اَلْمَرْءُ عَدُوٌّ لِمَا جَهِلَkaidesiyle, ben dahi nazım ve kafiyeyi bilmediğimden ona kıymet vermezdim. Safiye’yi kafiyeye feda etmek tarzında hakikatın suretini nazmın keyfine göre tağyir etmek hiç istemezdim. Şu kafiyesiz, nazımsız kitabda en âlî hakikatlere, en müşevveş bir libas giydirdim. Evvelâ: Daha iyisini bilmezdim. Yalnız manayı düşünüyordum. Sâniyen: Cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuaraya tenkidimi göstermek istedim. Sâlisen: Ramazanda kalb ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek için, böyle çocukça bir üslûb ihtiyar edildi. Fakat ey kari’! Ben hata ettim, itiraf ederim. Sakın sen hata etme! Yırtık üslûba bakıp o âlî hakikatlere karşı dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme!.. Sözler 693

Şu eserimde üstadım, Kur’andır. Kitabım, hayattır. Muhatabım, yine benim. Sen ise ey kari’ müstemi’sin. Müstemi’in tenkide hakkı yoktur; beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübarek Ramazanın feyzi (*) olduğundan, ümid ederim ki inşâallah din kardeşimin kalbine tesir eder de lisanı bana bir dua-i mağfiret bahşeder veya bir Fatiha okur.

(*): Hattâ tarihiنَجْمُ اَدَبٍ وُلِدَلِهِلاَلَيْ رَمَضَانَçıkmış. Yani: “Ramazanın iki hilâlinden doğmuş bir edeb yıldızıdır.” (Bin üçyüz otuzyedi eder.) Sözler 694 p2

 

…Şimdi en mühim bir parça, yirmi sene evvel tab’edilen Lemaat’ta gördük. Onun da Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyilleri içine derci pek münasib görüldü. Kahraman Tahirî’nin bana getirdiği bir nüsha Lemaat’ı çok kıymetdar gördüm. Eğer bir nüsha daha o havalide varsa, siz de o parçayı nüshalarınızın âhirine yazarsınız. Zâten Lemaat, kendisi de hârikadır. Ramazan-ı Şerif’te yirmi gün zarfında, nesir bir surette, tekellüfsüz birden yazılmış. Sonra baktık, sehl-i mümteni’ gibi bir nesr-i manzum ve bir nazm-ı mensur suretini almış. İçinde bu parça daha hârikadır. Lemaat’ta o parçanın serlevhası: “Îcaz ile beyan i’caz-ı Kur’an.” Kastamonu Lahikası 153 p1

Hem her iki Said’in iştirakiyle, bir tek Ramazan’da iki hilâl ortasında te’lif edilen ve kendi kendine, ihtiyarım haricinde bir derece manzum şeklini alan ve İşarat-ül İ’caz kıt’asında elli-altmış sahife bulunan Türkçe olarak Lemaat namındaki risale dahi Risale-i Nur’a girebilir. Maatteessüf bir nüsha elde edemedim. Herkesin hoşuna gittiği için, matbu’ nüshaları kalmamış. (Kastamonu Lahikası 140 p3

…Eski Said’in en son te’lifi ve yirmi gün ramazanda te’lif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemaat Risalesi,Otuzikinci Lem’a olması ve Yeni Said’in en evvel hakikattan şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şu’le ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuzüçüncü Lem’a olması ihtar edildi… Emirdağ Lahikası I 42 p2

 

…Bu Lemaat, Risale-i Nur’un mühim bir kısmının çekirdekleri, tohumları hükmünde gayet güzel vecizelere ve hiçbir edibin ve mütefekkirin muvaffak olamadığı bir tarzla sehl-i mümteni’ gibi taklid edilmez, büyük bir hakikat-ı içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum bir kitabı mensur gibi, aynı nesirli bir kitab gibi, hiç nazmı hatıra getirmeden kolayca okunacak bir tarzda bulunması, otuzyedi sene evvel Ramazan-ı Şerifin yirmi gününde her gün bir-iki saat iştigaliyle bir tarzda koca bir kitab kadar uzun bir nevi mesnevî yazılmasıve içinde yirmi yerde, bir ihtar-ı gaybiye nev’inde haber verdiklerinin otuz-kırk sene sonra aynen meali çıkmış gibi o noktalara elimize geçen bir nüshada işaret koyduk. Gösteriyor ki: Bu Lemaat, Risale-i Nur’un bir müjdecisi ve fihristesi ve bir fidanlık nümunesidir kanaatımız geldi. Emirdağ Lahikası II 46 p son

5-

(*) Kur’an, Kendi Kendini Himaye Edip Hâkimiyetini İdame Eder

Bir zâtı gördüm ki yeis ile mübtela, bedbînlikle hasta idi. Dedi: Ülema azaldı, kemmiyet keyfiyeti. Korkarız dinimiz sönecek de bir zaman

Dedim: Nasıl kâinat söndürülmezse, iman-ı İslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakılmış mismarlar hükmünde her an

Olan İslâmî şeair, dinî minarat, İlahî maabid, şer’î maalim itfa olmazsa, İslâmiyet parlayacak an be-an!..

 

(*):Otuzbeş sene evvel yazılan bu makam, bu sene yazılmış tarzını gösteriyor. Demek Ramazan bereketiyle yazdırılmış bir nevi ihbar-ı gaybîdir. Sözler 730 p son

6-

Yirminci Mektub

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ

(Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı, pek çok fazileti bulunan ve bir rivayet-i sahihada ism-i a’zam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin onbir kelimesi var. Herbir kelimesinde hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhid-i rububiyet, hem bir ism-i a’zam noktasında bir kibriya-i vahdet ve bir kemal-i vahdaniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatların izahını sair Sözlere havale edip, bir va’de binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde; “İki Makam”, bir “Mukaddime” ile ona bir fihriste yapacağız.) Mektubat 222 p1

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لَوْ كَانَ فِيهِمَا اۤلِهَةٌ اِلاَّ اللَّهُ لَفَسَدَتَا

لاَ اِلهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ اِلَيْهِ الْمَصِيرُ

Bir Ramazan gecesinde, şu kelâm-ı tevhidînin onbir cümlesinin herbirinde birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduğunu ve o mertebelerden yalnız

 لاَ شَرِيكَ لَهُdeki manayı, basit avamın fehmine gelecek bir muhavere-i temsiliye ve bir münazara-i faraziye tarzında ve lisan-ı hali, lisan-ı kal suretinde söylemiştim. Sözler 590 p3

7-

İkinci Risale olan İkinci Kısım

Ramazan-ı Şerife dairdir

[Birinci kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden şeairin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu ikinci kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir.

Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden “Dokuz Nükte”dir.] Mektubat 398 p1

 

Atabey’e gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ı Şerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi ikaz ve bilmediğimiz hikmetleri tasrih ediyor… Barla Lahikası 74 p2

8-

Üçüncü Risale olan Üçüncü Kısım

[Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ikiyüz aksam-ı i’caziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur’an-ı Azîmüşşan’ı, Hâfız Osman hattıyla taayyün eden ve Âyet-i Müdayene mikyas tutulan sahifeleri ve Sure-i İhlas vâhid-i kıyasî tutulan satırları muhafaza etmekle beraber, o nakş-ı i’cazı göstermek tarzında bir Kur’an yazmağa dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur’andaki kardeşlerimin nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzac etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum. Şu üçüncü kısım “Dokuz Mes’ele”dir.] Mektubat 405 p1

Sana bu defa Yirmidokuzuncu Mektub’un üçüncü kısmını ve beşinci kısmını gönderiyorum. Üçüncü kısımda bir sırr var. Ramazanda bir saatte, benimle müsevvid zât hasta iken sür’atle yazılmış. Göreceğiniz tarz aynen bulunmuş, biz hayret ettik. Anladık ki o kısımda Kur’an’a dair niyetimiz tam haktır ve lâzımdır ki, böyle olmuştur. Barla Lahikası 322 p1

9-

Beşinci Risale olan Beşinci Kısım

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ

… âyet-i pür-envârının çok envâr-ı esrarından bir nurunu, Ramazan-ı Şerif’te bir halet-i ruhaniyede hissettim, hayal-meyal gördüm. Şöyle ki:

Üveys-i Karanî’nin:

اِلَهِى اَنْتَ رَبِّى وَ اَنَا الْعَبْدُ وَ اَنْتَ الْخَالِقُ وَ اَنَا الْمَخْلُوقُ وَ اَنْتَ الرَّزَّاقُ وَ اَنَا الْمَرْزُوقُ الخ

münacat-ı meşhuresi nev’inden, bütün mevcudat-ı zevilhayat, Cenab-ı Hakk’a karşı aynı münacatı ettiklerini ve onsekiz bin âlemin herbirinin ışığı, birer ism-i İlahî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-ı kalbiye-i hayaliyeyi gördüm… Mektubat 409 p1

BEŞİNCİ RİSALE OLAN BEŞİNCİ KISIM

اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ

(ilh-âyet…) âyet-i pür-envârının çok envâr-ı esrarından güzel bir nuru, Ramazan-ı Şerifte bir halet-i ruhaniyede, mühim bir seyahat-ı kalbiyede görünmüş ve bir derece bu risalede beyan edilmiştir. Bu risale küçüktür, fakat çok nurlu ve ehemmiyetlidir. Mektubat 513 p son

10-

İsm-i A’zam’ın altı nurundan üçüncü nuruna işaret eden

Üçüncü Nükte

اُدْعُ اِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ

âyetinin bir nüktesi ve bir İsm-i A’zam veya İsm-i A’zam’ın altı nurundan bir nuru olan “İsm-i Hakem”in bir cilvesi Ramazan-ı Şerifte görüldü. Ona yalnız bir işaret olarak “Beş Nokta”dan ibaret Üçüncü Nükte acele olarak yazıldı; müsvedde halinde kaldı. Lem’alar 311 p1

11-

Âyet-ül Kübra

Kâinattan Hâlıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatıdır.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلَكِنْ لاَ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Bu İkinci Makam, bu âyet-i muazzamayı tefsir etmekle beraber, tayyedilen Arabî Birinci Makamın bürhanlarını ve hüccetlerini ve tercümesini ve kısa bir mealini beyan eder.] Şualar 105 p1

Ben Ramazanın feyziyle bu risalenin nurlarına mazhar olmaklığımla beraber, birkaç cihette halim perişan ve birkaç hastalıkla vücudum sarsıldığı bir zamanda acele yazılıp, birinci müsvedde ile iktifa edildi. Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeği muvafık görmediğim için bir parça fehmi işkal edecek bir vaziyet aldı. Hem Arabî fıkralar içine çok girdi. Hattâ Birinci Makam baştan başa Arabî olduğundan içinden çıkarıldı, müstakil yazıldı.

Medar-ı kusur ve işkal olan bu beş sebeble beraber, bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam-ı Ali (R.A.) keramat-ı gaybiyesinde bu risaleye, “Âyet-i Kübra” ve “Asâ-yı Musa” namlarını vermiş. Risale-i Nur’un risaleleri içinde buna hususî bakıp, nazar-ı dikkati celbetmiş “El-Âyet-ül Kübra”nın bir hakikî tefsiri olan bu Âyet-ül Kübra Risalesi, Hazret-i İmam’ın (R.A.) tabirince, “Asâ-yı Musa” namında “Yedinci Şua” kitabıdır. Şualar 99 p1

Kur’anın El-Âyet-ül Kübra’sı olan

 

تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَ مَنْ فِيهِنَّ وَ اِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

nin hakikat-ı kübrasını ve tefsir-i ekberini gösteren veramazan-ı şerifin ilhamî bir hediyesi bulunan Yedinci Şua risalesine… Şualar 731 p3

 

Kardeşlerim! Âyet-ül Kübra Ramazan’da zuhur ettiği gibi; zannımca Ramazan’da da matbaadan çıktığını, Isparta’ya geldiğini ve Ramazan’da serbestiyetle okunması ve câmilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerif’te Âyet-ül Kübra’dan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet manasını taşıyan Hizb-i Nuriye Âyet-ül Kübra’dan çıktığı misillü, bizim tesbihatımızda otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” Âyet-ül Kübra’nın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sahife kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Âyet-ül Kübra’nın tamamını okuyor gibi ve herbir mertebede, mukaddemesinde denildiği gibi Küre-i Arz’ın küllî dili benim hayalen lisanım olup “Lâ ilahe illallah” der; ve denizler ve dağlar, o unsurların ve insan tabakatlarının lisan-ı halleri benim dillerim olup “Lâ ilahe illallah” der diye, ben de herbir “Lâ ilahe illallah” dedikçe, ya bilisan-ı arz, ya bilisan-ı semavat, ya bilisan-ı cevv, ya bilisan-ı anasır derim.. gibi. İnşâallah, sonra size gönderilecek. Emirdağ Lahikası I 59 p son

Size yazmıştım ki: Nasıl “Hizb-i Nuriye” Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsasıdır; öyle de on dakika zarfında Hizb-i Nuriye’nin bir hülâsası, bu Ramazan-ı Şerif’in feyzinden veRamazan’da te’lif edilen ve yeni intişar eden Ramazaniye Risalesi olan Âyet-ül Kübra’nın otuzüç mertebe-i vücub u vücud ve tevhid otuzüç elsine-i külliye ile tezahür ettiği gibi; ruh ve hayal ve kalb o noktadan öyle bir inbisat ve inkişaf etti ki, herbir mertebenin söylediği “Lâ ilahe illallah” şehadetini dediğim vakit, o küllî lisan benim oluyor gibi azametli bir tevhid hissettiğimden, “Âyet-ül Kübra” güneş gibi iman nurlarını ruhlara telkin edebilir. Emirdağ Lahikası I 69 p son

 

Manidardır ki;Âyet-ül Kübra ve Risale-i Nur’un ekser hakikatları, Ramazan’da ve tesbihatında zuhuru gibi;bu Hülâsat-ül Hülâsa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti. Emirdağ Lahikası I 94 p2

12-Beşinci Âyet:اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ dir. Bu âyetin remzi latiftir. Çünki hem kuvvetli münasebet-i maneviye ile, hem cifirle efrad-ı kesîresi içinde hususî bir surette Risale-in Nur ve müellifine bakıyor. Şöyle ki: مَيْتًاkelimesi tenvin “nun” sayılmak cihetiyle beşyüz (500) ederek “Said-ün Nursî” adedi olan beşyüze tevafukla işaret ediyor ki, “Said-ün Nursî dahi meyyit hükmünde idi. Risalet-ün Nur ile ihya edildi, onunla hayat buldu.” Şualar 694 p2

 

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًاÂyetinin Tetimmesi

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِى الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَا

 

âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazanda kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki,مَيْتًاkelimesine tam münasib Said’dir. Şualar 695 p3

13-

[Sabri’nin sadakatının bir kerametidir.]

Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًاâyetine dair parçayı aldığını ve Ramazanın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim, hayretle dedi: “Bu hem Sabri’nin, hem Risale-i Nur’un bir kerametidir.” Şualar 696 p4

14-… Kardeşlerim, bu Ramazan-ı Şerifte size âlem-i nurdan bahisler açmak arzuları var idi. Maalesef bir hâdise, zulmet âleminden bahsetmeye beni mecbur ediyor. Bu yeni hâdise için etraftaki dostlar lisan-ı kal ve hal ile meraklı, endişeli bir tarzda benden istizah istiyorlar. Onları ve sizleri meraktan kurtarmak için, o hâdiseyi iki kısım olarak bir parça beyan edeceğim.

……………

İkincisi: Bu Ramazan-ı Şerif’te acz u za’fı ve fakr u ihtiyacı tam hissedip, Cenab-ı Hakk’a iltica etmek, bir surette intibah ve heyecan ve şuur ve şiddet verdi.Ramazan-ı Şerif’te şimdi okuduğum münacatların okunmasına, bu hâdise mühim bir kuvvet oldu. Zâten musibetler, dergâh-ı İlahîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır. Her okuduğum bir kelime ve dua da ve münacat da şuurlu ve şiddetli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor.Sahabelerdeki ibadetlerinin sırr-ı tefevvuku bu noktadandır. Tesbih ve zikri bütün manasıyla şuurlu bir surette söyledikleridir. Barla Lahikası 284 p3

15-

Âhirzamandan haber veren mühim bir hadîs:

لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ

Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi.

لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى(şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrîsi 1542 ederek nihayet-i devamına îma eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُKastamonu Lahikası 27 p son

 

16-

Hizb-i Nuriye’nin Ramazan’da Yazıldığına Dair Yer

Kardeşlerim! Âyet-ül Kübra Ramazan’da zuhur ettiği gibi; zannımca Ramazan’da da matbaadan çıktığını, Isparta’ya geldiğini ve Ramazan’da serbestiyetle okunması ve câmilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerif’te Âyet-ül Kübra’dan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet manasını taşıyan Hizb-i Nuriye Âyet-ül Kübra’dan çıktığı misillü, bizim tesbihatımızda otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” Âyet-ül Kübra’nın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sahife kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Âyet-ül Kübra’nın tamamını okuyor gibi ve herbir mertebede, mukaddemesinde denildiği gibi Küre-i Arz’ın küllî dili benim hayalen lisanım olup “Lâ ilahe illallah” der; ve denizler ve dağlar, o unsurların ve insan tabakatlarının lisan-ı halleri benim dillerim olup “Lâ ilahe illallah” der diye, ben de herbir “Lâ ilahe illallah” dedikçe, ya bilisan-ı arz, ya bilisan-ı semavat, ya bilisan-ı cevv, ya bilisan-ı anasır derim.. gibi. İnşâallah, sonra size gönderilecek. Emirdağ Lahikası I 59 p son

Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Emirdağ Lahikası I 88 p son

 

17-

Hülasat-ül Hülasa’nın Ramazan’da Yazıldığına Dair Yer

 

Kardeşlerim! Âyet-ül Kübra Ramazan’da zuhur ettiği gibi; zannımca Ramazan’da da matbaadan çıktığını, Isparta’ya geldiğini ve Ramazan’da serbestiyetle okunması ve câmilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerif’te Âyet-ül Kübra’dan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet manasını taşıyan Hizb-i Nuriye Âyet-ül Kübra’dan çıktığı misillü, bizim tesbihatımızda otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” Âyet-ül Kübra’nın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sahife kadar Ramazan’ın nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Âyet-ül Kübra’nın tamamını okuyor gibi ve herbir mertebede, mukaddemesinde denildiği gibi Küre-i Arz’ın küllî dili benim hayalen lisanım olup “Lâ ilahe illallah” der; ve denizler ve dağlar, o unsurların ve insan tabakatlarının lisan-ı halleri benim dillerim olup “Lâ ilahe illallah” der diye, ben de herbir “Lâ ilahe illallah” dedikçe, ya bilisan-ı arz, ya bilisan-ı semavat, ya bilisan-ı cevv, ya bilisan-ı anasır derim.. gibi. İnşâallah, sonra size gönderilecek. Emirdağ Lahikası I 59 p son

 

Geçen üç sene evvel Ramazan’da te’lif edilen ve yine bu sene Ramazan’da serbest intişar eden Âyet-ül Kübra’nın bir hülâsası olan Hizb-i Nuriye’yi okudum. Fakat bir saatten fazla çekerdi. Birden o hülâsanın da bir hülâsası, on veya onbeş dakika aynı Ramazan’da tezahür etti. Onu okuduğum zaman, bütün Âyet-ül Kübra’yı okuyorum gibi bir inkişafat-ı imaniye ve

تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍsırrına mazhar iki veya üç sahifelik arabiyy-ül ibare okuyorum. Vakit bulamıyorum, kendi kalemimle size yazayım. İnşâallah bir zaman size yazacağım. O parçayı benim gibi anlayanlar, kendisine mahsus nüshalarından ya Âyet-ül Kübra’ya, ya Hizb-ün Nuriye’nin âhirinde yazar, tesbihattan ve duadan sonra otuzüç defa “Lâ ilahe illallah” tesbihatımızın yerinde -yalnız sabah tesbihatında- manasını düşünerek onu okuyabilir. Emirdağ Lahikası I 88 p son

 

Risale-i Nur’un bir hülâsası olan Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Nuriye’nin bir hülâsat-ül hülâsası hükmünde otuzüç kelime-i tevhidin namaz tesbihatındaki eskiden beri okuduğum ve Risale-i Nur’un ekser hakikatları namaz tesbihatında inkişaf etmesiyle hayalim fazla tevessü’ ederek, o otuzüç kelime-i tevhid herbirisini kâinatın bir tabaka-i mahlukatının lisan-ı haliyle söylediği o kelimeyi ben o lisan ile söylüyorum gibi o küllî lisan-ı hal benim cüz’î lisan-ı kalimin aynı olur. Ben, kemal-i zevk ile okuyorum. Size de suretini gönderiyorum. Benim şübhem kalmadı ki: تَفَكُّرُسَاعَةٍilâ âhir sırrını taşıyan Hizb-i Nuriye’nin onbeş dakika zarfında bu hülâsat-ül hülâsası dahi aynı sırrı taşıyor. Arabî bilmeyenler Âyet-ül Kübra’nın mertebelerini güzelce anlasalar, bu Arabî parça tam anlaşılır. Arabî bilmeyen birkaç defa ikisine baksa, tam anlayacak. Bunu ben yirmidört saatte bir defa, ya sabah namazının tesbihatında veya başka vakitte en ziyade usandığım ve sıkıntı zamanında okuyorum. Bana ulvî bir inşirah verir, usancı izale eder. Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Nuriye’nin âhirinde yazılsa, münasib olur. Manidardır ki; Âyet-ül Kübra ve Risale-i Nur’un ekser hakikatları, Ramazan’da ve tesbihatında zuhuru gibi; bu Hülâsat-ül Hülâsa, aynen Ramazan’da ve tesbihatta zuhur etti. Emirdağ Lahikası I 94 p2

 

18-

Mevlana Halid (K.S)’in Cübbesinin Bediüzzaman Hazretlerine Ramazan Ayında Geldiğine Dair Yer

İkincisi: Eski zamanda, ondört yaşında iken icazet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı…

 

Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri cihetinde, ellialtı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlâna Zülcenaheyn Hâlid Ziyaeddin kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükrediyorum. Kastamonu Lahikası 96 p5

 

Ben sizleri unutmuyorum. Hattâ bugünlerde birden Ulviye, Lütfiye’yi merak ettim. İkinci gün, ikisinin de mektublarını, hediyelerini aldım; bunların sadakatlarına bir emare oldu. Eskiden beri âdetim hediyeleri kabul etmemek ile beraber; sizin cübbe ve yeleğinizi bu geceki Leyle-i Kadir’de giyip Âsiye ile beraber Kastamonu’daki bütün Nur şakirdleri namına kabul ettim.Fakat kaideme muhalif olmamak için ona mukabil, Emin’de bulunan risalelerimden Lütfiye, Ulviye istediklerini alsınlar veyahut benim hesabıma Mehmed Feyzi ve arkadaşları onların beğendiklerini yazsınlar. Emirdağ Lahikası I 177 p2

 

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin Küçük Âşık nâmında bir talebesinin neslinden mübarek bir hanım, yanında çok senelerdenberi muhafaza ettiği Mevlânâ Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifde teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir. Üstadımız hemen Emin kardeşimize yıkamak için emrederek Cenab-ı Hakka şükretmeye başlar. Feyzi’nin hatırına: “Bu hanım, benim ile yirmi gün için gönderdi! Üstadım neden sahib çıkıyor?” diye hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, o hanım Feyzi’ye der ki: “Üstad hediyeleri kabul etmediğinden, bu suretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur, canımız dahi feda olsun” der, o kardeşimizi hayretten kurtarır. Evet, mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlânâ Halid’den sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendilerine intikaline bir alâmet telâkki etmesindendir, derler.Hem de öyle olmak lâzım. Çünkü Hadîs-i Sahihde:

 

اِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ لِهَذِهِ اْلاُمَّةِ عَلَى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا

 

buyurulmuş. Mevlânâ Hazretlerinin, velâdeti bin yüzdoksanüç, Üstadımız Hazretlerinin ise bin ikiyüzdoksanüçtür. Bu hadîsin tam izahı Risale-i Gavsiye’de vardır. Tarihçe-i Hayat 328 p son

 

19-

Nur’un İlk Kapısı’nın Ramazan’da Yazıldığına Dair Yer

 

(Haşiye): Üstadımız diyorlar ki: Benim kanaatim var ki, benim âfiyetim için mübarek kardeşlerimin ettikleri dualarının makbuliyetinin bir neticesidir ki; böyle acib bir hal, garib bir tarza döndü. Bu mübarek ramazan-ı şerifin mübarek bir hediyesi olan bu mübarek risalenin hâtimesine, mübarek üstadımızın Leyle-i Kadirdeki elemli ve ızdırablı hastalıklarına ait bu mektubun ilhakı münasib görülerek ilâve edilmiştir.

Hüsrev

Nur’un İlk Kapısı 202 Haşiye

ص

 

 

 

Yoruma kapalı.